Sayfalar

17 Mart 2011 Perşembe

Raketler Büyük Geliyor!

Lionel Messi’yi çocukluğunda bile gören herkes onun dünyanın en iyilerinden biri olacağında hemfikirdi. Aynı şekilde LeBron James lise yıllarında ne kadar büyük bir yıldız olacağını göstermişti. Ancak her başarılı genç sporcunun sonu onlar gibi olmuyor. Fiziksel yetersizlik, altyapı eksikliği, psikolojik etmenler veya en baştan çok abartılmaları nedeniyle bir çok geleceğin yıldızının söndüğünü görüyoruz. Pele, 14 yaşında izlediğinde ‘Benden daha iyi olacak’ dediği Gana asıllı Amerikalı Freddy Adu şimdi 22 yaşında ve Bank Asya 1.Lig takımlarından Çaykur Rizespor’da oynuyor.

Başarısız sporculara bir örnek de beyzbol oyuncusu Billie Beane, 17 yaşındayken büyük bir yıldız olması beklenirken henüz lisenin sonunda performansında düşüş göstermeye başlamış. Bunu yaşadığından 2002 yılında Oakland A takımının genel menajeriyken herkesin yaptığı gibi lise oyuncularını değil 20-22 yaşındaki üniversite oyuncularını transfer etmeyi tercih etmiş ve başarılı da olmuş. Beane’e göre 17-18 yaşında bir oyuncunun performansı, olgunlaştığında nasıl bir performans sergileyeceğini tahmin etmekte yeterli bir ölçüt değildir. Oyuncu genç iken onu değerlindimek için yeterli bilgiye sahip değilsinizdir. Beane bir oyuncunun geleceğini ancak üniversite yıllarında görebileceğimizi düşünüyor.
Aslında Beane’in düşüncesini en çok doğrulayan spor tenis. Belki beyzbol, basketbol, futbol gibi takım sporlarında yıldız adayları kendini geliştiremese bile tamamen kaybolmuyor ancak tenis gibi bireysel bir sporda eksiklerini kapayabilecek takım arkadaşları olmadığı için, yıldız adayı kaybolup gidebilyor.
Parlak junior kariyerine sahip tenisçiler ilerleyen yıllarda neden zirveye çıkamıyorlar?
Değişen junior tenisi planlamaları ve fiziksel gereksinimleri artıran standartlar sonucunda parlak junior kariyerine sahip tenisçilerin beklenenin aksine ilerleyen yaşlarda zirveye çıkamadağını görüyoruz. Tenis sporunun altyapısı sayılabilecek junior klasmanında istisnalar dışında ilk 10’a giren tenisçiler profesyonel tenis kariyerlerinde çok fazla düşüş yaşıyor. Junior seviyesinde Grand Slam kazananların çok azı profesyonel seviyede de GS kazanabiliyor.

Verilere baktığımızda 16 yaşından sonraki iki yıllık dönemin profesyonellik için kırılma noktası olduğu gerçeği çok net bir biçimde ortaya çıkıyor. Yaşanan başarısızlıklar, gençlik sorunları, göçebe hayat bu gençleri zorluyor. Küçük yaşlarda daha kolay kaldırılan baskı, yaş ilerledikçe yaptıkları spor iş haline gelince baskının yükü de ağırlaştırıyor. Bu geçişi iyi sağlayabilenler ise teniste kalıcı olabiliyor.
En büyük kayıp kuşaklardan biri olarak 1998 sezonuna bakabiliriz. O yıl erkekler junior klasmanında ilk 10’a giren tenisçilerden sadece ikisinin profesyonel teniste barınabildiğini görüyoruz. Bunlar; kariyerinde 5 nuaraya kadar yükselen İspanyol Tommy Robredo ile 40 numarayı görmüş ancak belki de kazandığı maçlar veya turnuvalarla değil sadece 2010 Wimbledon’da John Isner’la oynadığı tarihin en uzun maçıyla hatırlanacak olan Fransız Nicolas Mahut. Diğer sekiz ismin ise kariyerlerindeki en yüksek dereceleri 240 ile 1103 arasında değişiyor.

Tenis tarihinin en büyüklerinden Roger Federer’in junior kariyerine baktığımızda 1998 yılında Wimbledon’u kazandığını ve Amerika Açık’ta final oynadığını görüyoruz, ancak buna rağmen ilk 10’a girmeyi başaramamış.
Bir başka büyük tenisçi, bugünün 1 numarası Rafael Nadal’ın junior kariyerinin ise çok kısa olduğunu görüyoruz. 15 yaşında profesyonel olan Rafa Nadal, zaten 17 yaşında Wimbledon’da 3 tura yükselen en genç olarak tarihe geçmişti. Roland Garros’u ise 19 yaşında ilk katılışında kazanmayı başarmıştı. Başarılı olmasının nedeni ise belki de bir anda zirveye çıkmak yerine sürekli gelişimini sürdürmesidir.
Tabiki oyuncu eğer junior seviyesinde başarılıysa ileride başarısız olacak demek değil. Mesela parlak junior kariyerine sahip ve 16 yaş klasmanında 1 numaraya yükselmiş Fransız Gael Monfils ATP dünya sıralamasında da 9 numaraya kadar yükselme başarısı gösterdi ve hala üst seviyede tenis oynamaya devam ediyor. Fransa’nın yeni umudu ise Monfils’e ikizi kadar benzeyen ve onun izinden giden Gianni Mina. Yavaş yavaş profesyonel tura adım atan Mina’nın kariyeri de Monfils’e benzeyecek mi göreceğiz.
Yetenekli yıldız adaylarının kaybolmalarının nedenlerinden biri fiziksel ve teknik gelişim eksikliği olsa da ülkelerinde üzerlerinde oluşturulan baskı da çok büyük etmen. Grand Slam düzenleyen ülkelerin (Avustralya, Fransa, İngiltere ve ABD) GS’lerde sahip olduğu wild card (özel davet) hakkını genç tenisçilerde kullanmaları, biraz başarılı olması halinde sporcunun milli kahraman, ülke tenisinin geleceği olarak lanse edilmeleri onlarda çok büyük baskı ve hatta bazen kendilerini çok büyük görmeleri yüzünden hayalkırıklığı yaratıyorlar. Özellikle Avustralya ve Amerika medyalarının yapıları nedeniyle bu ülkelerde daha çok parlak yıldızlar görüyoruz ancak bir kaç sene içinde aslında büyük birer balon oldukları ortaya çıkıyor.

Peki bir tenisçi kendini teknik nasıl geliştirebilir?
Bir antrenörün oyuncusunun performansını hem taktik hem teknik olarak arttırabilmesi için öncelikle sporcunun yeteneklerini ve eksikliklerini bilmesi gerekir. Geleneksel koçlar, sporcunun yeteneklerini analiz etmek için tüm istatistikleri manuel veya yarı-otomatik programlarla elde ederler. Protracker Tennis, ProZone, Dartfish bunlardan en çok kullanılan sistemler. Bu programların ilk amacı koçlara oyuncunun istatistiki bilgilerini sunmak. Video analiz yöntemleriyle oyuncuların vücut hareketleri, vuruş açıları, vuruşların düştüğü noktalar gibi veriler elde ediyorlar ve bunlar ışığında tekniklerini geliştirmeye çalışıyorlar.

HAWK-EYE (ŞAHİN GÖZÜ)


Mart ayının başında Sony tarafından satın alınan ve artık futbolda da kullanılnası gündemde olan Hawk-Eye sistemi, 2001 yılnda Dr. Paul Hawkins tarafından geliştirildi. Sistem, bilgisayara bağlı saha çevresine yerleştirilmiş 8 kameradan oluşmaktadır. Bilgisayar gerçek zamanda, kameralardan aldığı bilgilerle topun 3 boyutlu trajesini ve hızını hesaplamaktadır. Daha sonra bu görüntü istenen açıdan tekrar oluşturalbilmektedir. Böylece topun saha içine veya dışına çıkıp çıkmadığı daha objektif belirlenebilmektedir. Sistemin hassasiyeti 2-3 mm arasındadır.

Hawk Eye (Şahin Gözü) teknolojisi, profesyonel teniste ise 2006 yılının Mart ayında Miami Masters turnuvasında resmi olarak denenmiştir. Teknoloji US Open 2006'da ilk kez bir Grand Slam turnuvasında yer aldı.

Hawk eye teknolojisinin tenis sporunun içine girmesiyle yeni bir kural da oyuna eklenmiş oldu. Buna göre oyuncular, her sette hakemin kararına karşı üçer kez itiraz (challenge) haklarını kullanarak sonucu hawk-eye teknolojisinin belirlemesini tercih edebilirler. Tribünlerin de görebileceği dev bir ekrana yansıtılan animasyon sonucu oyuncu haklı çıkarsa, itiraz haklı saklı kalır.

Hawk-Eye aynı zamanda tüm vuruşların nereye düştüğünü göstererek tenisçilerin oyunlarını da bize gösteriyor aslında.

PointTracker (IBM)


IBM tarafından yaratılan PointTracker sistemi, Grand Slam turnuvalarında kullanılmaya başlanan ve her vuruşu 3 boyutlu olarak gösterebilen bir sistem. Bu sistem sayesinde oyuncular kendi vuruşlarının veya rakibin vuruşlarının düştüğü noktayı inceleyebiliyorlar. Ayrıca maçta alınan tüm puanlar, forehand winner, backhand winner, forehand basit hatası, backhand basit hatası veya ace olarak sınıflandırılıyor. Bunun yanı sıra PointTracker sistemi; sevis, return, winner hızlarını da ölçüyor. Bu sistemi artık çoğu turnuva uygulerken bilgisayarla veya cep telefonuyla da sistemi kullanmak mümkün.

Beril Kefeli

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder