Sayfalar

30 Kasım 2010 Salı

Konser değil tenis maçı!

107183183, Getty Images /Getty Images Sport
ATP Dünya Turu Finalleri dün akşam Federer'in zaferiyle sona erdi. Geçen sene Londra'da yapılmaya başlayan finaller 2012 yılına kadar da burada yapılacak. Burada dikkat çekmek istediğim şey finallerin yapıldığı yer: O2 Arena! Dünyanın en büyük eğlence komplekslerinden biri O2 Arena. 23.000 kapasiteli bu mekan her yıl dünyanın en önemli şanatçılarının konserlerine, bir çok tiyatroya, gösteriye evsahipliği yaparken spor organizasyonuna da sahne oluyor. Örneğin; daha önce NBA ve NHL takımları burada gösteri maçları yaptı, 2012'de Londra Olimpiyatları sırasında jimnastik yarışmaları yapılacak. İşte tenisin en iyi sekiz ismi de dört yıl boyunca burada karşılaşacak. Normalde konser ve gösteri salonu olarak kullanılan bu mekanda tenis maçları kullanılan ses ve ışık efektleriyle maçtan çok konsere benziyordu.

Rafawtfsmoke
                                                        sislerin arasından çıkan rafael nadal

Tribünlerde de bir çok ünlü isim vardı. Tabii en unutulmayacak kişi bütün hafta neredeyse tüm maçları izleyen futbolun efsanesi Diego Maradona'ydı.

107182697, Getty Images /Getty Images Sport

Londra'da bu görüntüleri hayranlıkla izlerken; gelecek yıldan itibaren üç yıl İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu'nda yapılacak WTA Championship'i, yani kadınlar tenisinin en iyi sekiz ismini kaç kişi izleyecek diye merak ettim.

29 Kasım 2010 Pazartesi

El Clasico'nun galibi Federer!

ATP  sezonu, tenisin 'el clasico'suyla Nadal-Federer maçıyla son buldu. Önce Roland Garros sonra Wimbledon ve US Open'da herkes bu finali bekledi ama Federer buna bir türlü izin vermemişti. Nihayet sezonun son maçında buluştular ve tenisin en büyük rekabetlerinden birini bize bir kez daha izletme zevki yaşattılar. Yarı finaldeki Nadal-Murray maçı kadar güzel ve çekişmeli bir maç olmasa da Federer çok iyi bir oyunla, dünyanın 1 numarasını devirerek sezonu şampiyon bitirmeyi başardı.
İki tenisçinin sezon durumlarına bakarsak; Federer'in en kötü Nadal'ınsa en iyi sezonu bu finalle noktaladıklarını söyleyebiliriz. 



Sezon sonu turnuvasını Federer kazanmasına rağmen 2010 yılının kesinlikle Nadal'ın yılıydı. Sezonu 3 Grand Slam (Roland Garros, Wimbledon, US Open), 3 Masters turnuvası (Madrid, Roma, Monte Carlo) ve Tokyo şampiyonluklarını kazanarak 1 numarada tamamladı. Üstelik kariyerinin zirvesine 2009 yılında yaşadığı fiziksel ve psikolojik düşüşün ve 'artık eskisi gibi olamaz' yorumlarının ardından ulaştı. Önce Monte Carlo, Roma, Madrid ve Roland Garros'u yani toprak zemindeki 4 büyük turnuvayı kazanarak 'toprak slam' yaptı.  Madrid'de Federer'i yenerken Pete Sampras'tan en çok Masters şampiyonluğu rekorunu da aldı. (Federer kazansa rekoru o kıraacaktı.) Sonra asla kazanamaz dedikleri dönemde US Open'ı kazanarak 'kariyer grand slam' yaptı ve bunu en genç başaran tenisçi oldu.

Federer'in Avustralya Açık'ı kazandıktan sonra başlayan düşüşünü formsuzluk, sakatlık veya yaşlılığa bağlayabiliriz. Bu sezon önce 1 numarayı Nadal'a, sonra da 2 numarayı Djokovic'e vererek Kasım 2003'ten beri ilk kez 3 numaraya geriledi. Evet belki bu tabloya tenisi takip etmeyen biri baktığında 'bu mu başarısızlık?' diyebilir ama Federer'i tanıyanlar onun büyük kayıp olduğunu bilir. Efsane olmak bu yüzden kolay değil!

Sonuç olarak kötü sezonu şampiyonlukla tamamlayarak moral kazanan Federer ve diğer tenisçiler arasında yine Federer'le birlikte en formda olduğunu gösteren Nadal, Avustralya Açık'ta favori olduklarını gösterdiler.

Son olarak; dün gece hem benim, hem de Rafael için mutsuz bitmiş olsa da ekselanslarına saygımızı sunuyor ve heyecanla Avustralya Açık'ı bekliyoruz! :)

21 Kasım 2010 Pazar

Şampiyon her zaman haklıdır!

Formula 1'de 2010 sezonu Red Bull ve Sebastian Vettel'in şampiyonluğuyla noktalandı. Sene boyunca hiçbir takım Red Bull'un hızına yetişemese de teknik sorunlar ve takım içi rekabet nedeniyle şampiyonluğa kolay ulaşamadılar. Tarihte ilk kez son haftaya dört şampiyon adayıyla girilirken Vettel hiç beklemediği kadar kolay bir galibiyetle Abu Dabi GP'yi kazanırken, Alonso'nun ve Webber'in strateji hatalarıyla şampiyon oldu. Sıralama turlarına kadar herkes, Vettel'in gerekmesi halinde şampiyonada çok daha avantajlı bir durumda olan takım arkadaşı Webber'e yol verip vermeyeceğini tartışırken, bu tartışmalar sıralama turlarında Vettel'in pole pozisyonunu alması ve Webber'in 5. sırada kalmasıyla anlamsız hale geldi. Bu sefer de çoğu insan zaten son yarışa Vettel'in 15 puan önünde lider olarak gelen ve yarışa 3. sırada başlayacak Fernando Alonso'nun çok rahat bir şekilde şampiyon olacağını söylüyordu. Ancak yarışta işler tahmin edildiği gibi gitmedi, Ferrari takımı yanlış bir strateji uyguladı ve belki de sezonun en kötü pilotu olan Vitaly Petrov'un en iyi yarışını çıkararak tüm yarış Alonso'yu arkasında tutmasıyla Vettel şampiyonluğa ulaştı.

Genel olarak sezona bakarsak çok çekişmeli bir sezon yaşandı ve bununla birlikte bir çok da tartışma yaşandı. Ancak Formula 1'de bu senenin en önemli iki tartışma konusunun Ferrari'deki takım emri ve Red Bull'un takım içi eşitliği savunması olması ise oldukça ironikti.
Almanya Grand Prix'sinde Felipe Massa birinci, Fernando Alonso ikinci sırada yarışa devam ederken Ferrari takımından Massa'ya efsanevi şu mesaj geldi: “OK, so, Fernando is faster than you. Can you confirm you understood that message?” Ve bundan iki tur sonra Massa mesajı anlamış olacak ki, Alonso yavaşlayan Massa'yı kolayca geçti. Tüm F1 ahalisi ayaklandı; yasak olmasına rağmen Ferrari nasıl takım emri vermişti, üstelik şampiyonluk şansı olan Massa'yı ikinci plana atılmış ve Alonso'nun takım içi birinciliği ilan edilmişti.. Sonuç olarak FIA komik bir ceza verdi ve konu şampiyonanın heyecanıyla bir süre sonra unutulup gitti.

Yaşanan ikinci tartışma ise, tüm sezon boyunca 'şampiyonluk şansları sürdükçe iki pilota da eşit davranacağız' diyen Red Bull takım patronu Christian Horner'dı. Türkiye GP'sinde yaşanan Vettel-Webber kazasıyla başlayan, İngiltere'de Webber'in yeni ön kanadının Vettel'e verilmesiyle alevlenen tartışma son yarışa kadar devam etti. Dışarıdan eşit davrandıklarını iddia etseler de takımı, genç Alman'ı kayırmakla eleştiriyorlardı. İnsanların istediği, Vettel'i geri plana atıp şampiyonada önde bulunan Webber'e açık bir şekilde destek olunmasıydı. Yani Ferrari'nin Massa'ya yaptığını çünkü tek bir pilota konsantre olununca onun şampiyon olacağına inanılıyordu. Ne Red Bull takımı ne de Christian Horner bu eleştirilere aldırmadı ve Vettel'e desteklerini azaltmadılar. Bunun karşılığını da son yarışta aldılar. Ya eleştirileri dikkate alıp Vettel'i ikinci plana atsalardı ve Webber de şampiyon olamasaydı, Vettel'e yazık olmayacak mıydı. Sonuç olarak aldıkları kararlarda haklı olduklarını gösterdiler hem üreticiler hem de sürücüler şampiyonu olarak.

Sezonun özeti



 
Ve şampiyonun gözyaşları...






.

20 Kasım 2010 Cumartesi

"İstinye Park yasaklansın!!!"

Yaşasın! Melih Şendil, üç büyüklerin sorununu bulmuş, futbolcuların İstinye Park'a gitmesi yasaklanırsa her şey düzelecekmiş. Evet İSTİNYE PARK, yani bir alışveriş merkezi, dünya kulübü dediğimiz takımların en büyük sorunuymuş meğer.

"İstanbul takımlarından hangi futbolcu özel antrenmana kalıyor artık.. İdmandan çıkan soluğu İstinye Park’ta alıyor son model arabasıyla.. Magazin basını orada hazır kıta bekliyor zaten.. Doldur poşetleri, göster yeni yıkanmış son model arabanı, tak koluna sevgilini, ertesi gün boy boy gazetelerdesin.. Oh ne güzel dünya.. Sizin hiç mi bir yeriniz ağrımaz, hiç mi masaj yaptırmazsınız, hiç mi evde dinlenmezsiniz?.. Otur bir kafeteryaya, saatlerce kahve iç, gizli gizli de sigara tüttür.. Sonra haftasonu seyircin seni ıslıklasın.. Tek bir teşhis bu olamaz ama, çok sevgili gazeteci dostum Bülent Timurlenk ile konuştuk bu konuyu.. Ben başkan olsam, futbolcuma yasaklarım İstinye Park’ı.. Yeter derim.. Ne işiniz var magazin basınında.. Bu kadar şımarıklık olur mu?.. " Bunu yazmış Melih Şendil. 'Zeki, çevik, ahlaklı sporcu' kavramının geçerli olmadığı dünyada, bunu söyleyen ise 321 milyon dolar gibi inanılmaz bir para vererek ligin yayın hakkını alan kuruluşun en önemli çalışanlarından biri.

Dünyada milyar dolarlık bir endüstri haline gelen spor artık sadece spor ya da eğlence değil. Artık en önemli unsur para; sporcular, takımlar, medya, bu endüstride çalışan herkes nasıl daha fazla para kazanacağını düşünüyor. Bunun için de sporcular ikon olmak zorunda, çok iyi olmasa bile kendini pazarlamalı ki para kazansın ve kazandırsın. Taraftarlar onun ürünlerini alsın, onun için maça gitsin, onun için Lig Tv üyesi olsun vs. Lig TV de yayın hakkına 321 milyon dolar verirken bunu düşünyordu elbette. Bunu kazanmasının yolu da sadece iyi takımlar değil, takımlardaki ikon oyuncular olduğunu bilmesi lazım. Güzel bir örnek var şu anda bu konuyla ilgili; NBA TV ilk kez Türkiye Ligi'nden bir maç yayınlayacak: Beşiktaş Cola Turka-Fenerbahçe Ülker. Bu maçı yayınlamasının nedeni Fenerbahçe'nin iyi oynaması, Euroleauge'de başarılı olması vs. değil, NBA'de takım bulamayıp Türkiye'ye gelen Allen Iverson. Adamlar sadece Iverson için para ödüyor, Beşiktaş'ın da istediği buydu zaten onu getirirken.

Peki Lig TV'nin parayı kazanacağı yer 3 büyüklerin taraftarı. Ligin şu an 3. sırasında bulunan Kayserispor şehrinde taraftar ne maça gidiyor ne de televizyondan izliyor maçları-Kayseri şehrinde sadece 2 (iki) Lig TV üyeliği bulunuyor. Lig 4.'sü İstanbul Beledeiyespor'un taraftarı bile yok. Para kazanacağın taraftar 3 büyüklerin taraftarı. Onların oyuncularını geziyorlar diye kötülemen sadece taraftarı oyunculardan, takımdan soğutur. Futbolcu izin gününde İstinye Park'a gitmesi yasaklansın ne demek? Antreman yapacağı mı sanılıyor böyle bir yasak konulunca gerçekten. Veya Hagi'nin ve bir çok teknik direktörün yasakladığı gibi gece dışarı çıkması yasaklanınca futbolcu evinde yapacak partisini, evinde içecek sigarasını. Evlerine kamera konsun en garantisi o!

Bunları sokaktaki kompleksli taraftar söyleyebilir ama bir spor gazetecisi söylememeli. Asgari ücretle çalışan insanların araba alması çok daha doğal karşılanıyor bu ülkede. Yılda milyon eurolar kazanan bu adamların ise Ferrari'ye, Aston Martin'e binmeleri, magazin basınına çıkmaları eleştiriliyor. Dünyanın en iyi ligleri denilen İngiltere'de, İspanya'da, İtalya'da futbolcular en büyük magazin malzemesi. Cristiano Ronaldo'nun sarhoş yakalanması onun en iyi oyuncu ödüllerini toplamasına engel olmadı veya Terry'nin eşini takım arkadaşının sevgilisiyle aldatması en iyi savunma oyuncularından biri olduğu gerçeğini değiştirmedi. 'Kötü çocuk' olmak sporda artık kaybettiren değil, kazandıran bir şey. Lig TV'de bunu lehine kullanabilecekken eleştiriyor. Türkiye'de büyük kulüplerin pazarlama stratejisi olmadığını biliyorduk ama 321 milyon dolarlık yatırım yapabilen bir şirketin stratejisi olmaması çok üzücü onlar adına.